21 Aralık 2016 Çarşamba



home...

'home' serhat. 

artık ona böyle sesleniyorum. o da bana...

'agnes obel-its happening' son günlerde en çok dinlediğim şarkı. spotify listelerim.

gri uzun kazağım, keçe montum ve çizmelerim. amsterdamdan ikinci el eşyalar satan yerden aldığım deri çanta, içinde bilgisayarım,.

unicornlarım, bej renkli oje.

üstünde 'magic of the universe is in my soul' yazan bilekliğim, yeni saatim, herşeyimin şarj aleti ve yedek batarya.

patiklerim ve oyshodan bir sürü şey beğenip sadece onu alıp çıktığım ev terliklerim. terliklerin kılıfında 'for travellers' yazıyodu çünkü, almadan çıkamazdım.

bizimki dışında biçok evin anahtarı.

son topladığımız zeytinler. hergün çevirip suyunu boşaltıyoruz.

fotoğraf makinem, yedek pili. kulaklıklarım. beyaz gezgin sırt çantam. yargıcıdan bayılarak aldığımız valiz (fermuarı patladı ama öyle bişey olmamış gibi davranıyoruz)

makyaj malzemelerim, diş fırçam, yüzümü yıkadığım dalin, yüz kremi, üstünde 'today i feel like a popstar' yazan pijamalarım. bi ton çorap. 1-2 kazak. bere. atkı.

bi türlü bitiremediğim şamanizmle ilgili kitap.

jimny. (beyaz unicornum)

ve 'home'

kaplumbağa gibiyiz. eşyalarımızla geziyoruz. 
binlerce kere şükürler olsun. 

mutlu olmak için nerde olduğunun ve nelerin olduğunun değil, nasıl hissetmeyi tercih ettiğinin önemli olduğunu öğreten son 2 ayımıza da teşekkür ederim.

belediyeden hala inşaat izni çıkmadı. izin çıkınca su basmanı, kuyu, foseptik, çitler sonra ahşaplar... pıt pıt pıt yapılıcak herşey. izin içinde bugünlerde her an arayabilirler. ocak sonunu bulabilir. hatta geçedebilir.

oladabilir.

(hepsi küçük harf çünkü tek elle yazdım)

bu yazıda burda dursun çünkü unutmak istemiyorum bu zamanlarımızı. günlüğüme de yazıyorum 3-4 günde bir.






7 Aralık 2016 Çarşamba


Gerçekten herşey beynimizin kurgusu olabilir mi…

Değilse nasıl oluyor da bu kadar düşündüklerimizi yaşıyoruz ya da karşımıza çıkan kişiler, zamanlamalar, hayaller, hayalkırıklıkları nasıl bir sarmal olmuş akıp gidiyor.

Eğer bir süper kahraman olsaydık ve bize süper gücünüz ne deselerdi; 
(çok saftirikçe) sevmek ve cesaret derdim.


Çok saftirikçe sevmek de ne peki.

Çok saftirikçe sevmek ne; bilmek için küçük bir çocuğu izlemek en doğru yol olabilir. Tüm etrafındaki ve kafandaki dış sesleri susturup, kendi iç sessizliğinde en derinlerinde ne istediğini hissedip, hissettiğin ve ihtiyacın olanı şeyi bulup sevdiğin kişiye vermek. Bunu sevdiğin kişiye öğretmek, unuttukça hatırlatmak. 

Ve bunu birlikte yapmak. Böylece çoğu şeyle zaman kaybetmiş olmazsın. Egosal, ‘Ben’sel şeylerle zaman harcamamış oluyorsun, kusur aramamış, eleştirmemiş, eksiğini dillendirmemiş, beklentiye girmemiş, kendi dışında zaman kaybetmek yerine içine dönmüş olusun. Ama bunun ilk ve her safhasındaki koşulu daha almadan vermek. 

Vermekten yorulunmaz, verdiğin aslında kendinedir. Vermekten değil, eleştirmekten yorulunur, beklemekten yorulunur, kırılmaktan yorulunur ama vermekten yorulunmaz. Benim en yürekten bildiğim inancıma göre bu böyle en azından. 

Ben bunu yazarken daha insanların sesleri kulağıma gelir gibi oluyor, ama şu şu şu şöyle dedi, şu şu şurda şöyle oldu. O öyle değil. Bu böyle. 
İşte bu sesleri susturmak çok büyük mesele :)

İnsan gücünü kendi yüreğinden almaz mı, ve bence de tüm yaşadıklarımızı o yürek belirliyor. Nerelerde kırılırsa oralarda zayıf oluyor, nerelerde pırpır ederse oralarda güçleniyor. Peki verdikçe yürek gücünü kaybeder mi? 
Yürekten verilen güç evrenden gelen bir güçtür ve eksilmez, yeri daha da dolar.

Peki cesaret neydi?

Cesaret içinden gelen sesi sonuna kadar takip etmekti. 
İç sesine güvenmek, kaybetmekten korkmamak. Kaybetsem de altından kalkarım demek. Güçlü olduğunu hissetmek. Aşırı derecede korksan bile üstesinden gelebileceğini bilmek demek. İçinde bi pusula olduğunu adın gibi bilmek demek. Gösterişten uzak, sessizce kendin için ilerlemek cesaret.

Sihirli bi iksir yapabilseydim içine sevgi (ama saftirik sevgi :), cesaret ve sağlık koyardım. Bol bol da içerdim, sevdiğim insanlara da içirirdim. 
Hayat çok farklı olurdu heralde. 

Benim bir gizli bildiğim var.

Öyle Sezen Aksunun bi şarkısı vardı, denge, çok severim çok eskiden beri.

‘’Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle döğüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız’’

Gizli bir bildiğim var benim de, ben emin olmak istedikçe karşıma çıkan, tüm hayatımı saran bir bildiğim var. Gücümü kendi kalbimden almaya devam edicem, sevdiğim herkese de bunu hatırlatıcam. Vericem. Çok saftirikçe sevmeye devam edicem ve hep cesur olucam. 

Ev hayatımızı ve sevdiğimiz eşyalarımızı bir depoya koyup, kapısını da kilitleyip; anahtarını elimize aldığımızdan beri tam 54 gün olmuş. Herhalde daha da bir 35-40 gün var kendi evimizde uyuyabilmemize.

Biz de Serhoşkomla birbirimize evimiz olduk. 
Daha cesur, daha güçlü olduk. 
Birbirimize yardım ediyoruz, daha az eşyayla daha çok mutlu olabilmeyi öğrendik biraz hızlı ve sert bir geçişle. Bir çanta ile bir hafta geçirebilmeyi baya iyice irdeledik :) Hep konuştuğumuz şeyleri hemen uyguluyoruz artık. 

Hayal edebiliyorsak zaten gerçek de oluyor bu yöntemle. 

Yolumuz uzun, güzel.

Çok şükür herşey için.

❤︎