21 Ekim 2014 Salı

cesaretimiz nerde?


Bazen hani birini daha önceden tanıdığımız duygusuna kapılırız ya yada bi yere gittiğimizde daha önce gelmiştim sanki buraya deriz.. Yada bi koku duyup bişiyler hatırlamaya çalışırız, neydi bu koku diye. De ja vu oldum deriz, ben bu anı yaşamıştım deriz..

İşte öyle hissettiğim bi 'dünya' var.. Ara ara tüm benliğime, her bir hücreme tek tek doluyo tüm varlığıyla, tanımlayamıyorum onu.. Sanki hücrelerimin derinlerine gömülü.. Çok iyi saklanmış, korumuş onca hayat kendini.. Biliyorum ama, daha önce yaşamışım gibi biliyorum nasıl bi duygu olduğunu onu yaşamanın.. Bütün evrenin gücü en içindeymiş gibi, istediğin herşeyi yapabilirmişsin gibi.. Sihir de yapabilirmişsin, olduradabilirmişsin, herşeyin de çaresini bulabilirmişsin gibi.. Bu içinde olduğumuzla ilgisi olmayan bi dünya, çaresizlikler, umutsuz yüzler, kabullenmiş zihinler, vazgeçmiş yürekler olmayan bi dünya.. Çekinceler, duraksamalar olmayan, gerçek bi hayat gibi..

Hayatın bi köşesinin başındayız yine bugünlerde. Köşeyi dönünce karşımıza ne çıkıcağını bilmiyoruz. Bu anı daha önce de çok kez yaşamıştık.. Ayrı ayrı da, beraber de.. Hep de bi şekilde üstesinden gelmiştik. Hayatın tam da bu olduğunu düşünüyorum. Hiç bişeyi denemeden bilemeyiz. Ama hep bi şekilde üstesinden geliriz.. Neyi beceremiceğimizi beceremeden, neyi başarabiliceğimizi de başarmadan bilemeyiz.

Geçen geceyarısı balkondaki duvarın boş bi yerinde sağ üst kısmına  suluboyayla bişiler çizdim bide şunu yazdım;

''All you need is faith, trust and a little pixie dust''

Peter Pan'dan.. Tinker Bell'in sözü, çocuklara uçmayı öğretirken söylüyo :) Çok tatlı oldu.

Peki bilenimiz var mı neden cesaret edemiyoruz hayatımızda çok şeye..

Niye bu kadar içimize işlemiş bu duygu.. Çok güzel çekiniyoruz. Geride duruyoruz. İçimize atıyoruz herşeyi. Olduğumuzun yarısını gösterebiliyoruz. Cesaret etsek neler yapabiliriz.. Cesurca elimizi tutmuyoruz kendimizin, onu orda bırakıp bi adım geri gidiyoruz çoğunda. Çok konuşuyoruz, çok biliyoruz, çok eleştiriyoruz ama az yaşıyoruz gibi.

Bide halbuki hepimiz için tek tek ayrılmış sihirli anlar var hayatta.. Cesaret edebilirsek diye bizim için varolan, yazılan ama her seferinde yaşanmayan.. En mutlu olduğumuz anlar hangileri.. Tamamen kendi bulduğumuz, ama tamamen içimizden gelen kendi hayallerimiz neler.. Ait olduğumuz yerler..

Off çok şey var, çok şey var da, oraya varmamıza da daha çok var diyorum bazen. Bilmiyorum.

O bildiğim 'dünya'nın peşinden gidicem hep. Bildiğim 'yürekler' var. Onların yanından ayrılmıcam hiç. Hiç bişeyi bilmiyorum henüz, hepsini bulucam bir bir.

Buldukça yazıcam. Yazdıkça bulucam :)

❤ ❤ 

resim: weheartit.com

20 Ekim 2014 Pazartesi

Ördek olsam ben de burda yaşardım :)


Burası Karagöl.. Bizim eve 35 dk, 22 km.  

Virajlı yollardan yaşlı kocaman ağaçların arasından geçiyosun giderken, gidiyosun gidiyosun, o kadar ki, hava değişiyo, ağaç çeşitleri değişiyo.. Sanki uzak bi dağın gizli bi yerine hızlandırılarak gidiyosun. Vardığında etrafında yürüyerek 10 dk'da bi tur  atabildiğin o gümüş rengi göl işte karagöl..  3 kaz 2 ördeğin de evi aynı zamanda, eliniz boş gitmeyin derim :)


Sabah erkenden uyanıp gittik biz, bıdık bi termosta çay demledik, yanımıza da 2 termos bardak aldık, 2 de gevrek, zeytin, peynir, su.. Sıkıca da giyindik ama, iyiki öyle yapmışız, evden çıkarken hava 16 dereceydi orda 11 derecelere düştü ve yukarda bulutların acelesine inanamazdınız.. Nasıl bir rüzgar.. Orda çadırlarda kalan gençler ateş yakmış kahvaltı ediyolar,  çoğu kişinin bide köpişi var yanında, tracking yapan sevimli sevimli gruplar.. Piknik masaları, mangal yerleri, çocuklar için güzel bi oyun alanı bile var. Biz gittiğimizde tüm masalar boştu mesela.. Kahvaltıdan sonra kazları besledik biraz, fotoğraf çektik, manzarayı ve mis gibi havayı depoladık.. Sonra eşyaları arabaya bırakıp yürüyüş yaptık.. 



O kadar güzel, ama o kadar güzeldi ki..

Tam pazar sabahıyla ilgili hayal ettiğim tüm herşey gibi.. Gerçekten gözlerini kapatıp dağı, rüzgarı, yaprakları dinleyebildiğin bi yer.. Her adımında kuru yaprakların hışırtısı ve uupuzun ağaçların müzik sesi var sadece.. Yaprakların arasında değişik renkte çekirgeler var ama zaten sen görünce hemen kaçıyolar.. 

Her renk var, her his, her ferahlık var.. Bu içinde koşturup durduğumuz düzenin ne alaka olduğunu sordurtan her soru var.. Seneler önce daha gofret varken hepberaber kaz dağlarında bi yürüyüşe çıkmıştık, o da harikaydı.. Bi kere gofret vardı zaten :) Minik cüce köpişkomuz, bebeğimiz.. Şelaleler, dev ağaç kovukları, kardelenler.. Değişik bi atmosferi vardı oranın, masallardaki gibi.. Teyzemler de vardı. Teyzem çok tatlıdır benim, değişik bi gözle görür dünyayı özellikle de doğayı.. Demişti ki ''burda yanından geçtiğimiz her ağacın her taşın, her çiçeğin bi perisi var onu koruyan yanında olan.. Onlarda bizi izliyolar şimdi, ne diyolardır acaba bize?'' Hiç biliyomuydunuz bunu, yaaa :)

İşte böyle bişi bu sabah da vardı biz yürürken.. 

Orda yürürken bi de bakıyosun solda, üstünde 'BÜFE' yazan, ufak bi bina, önünde ekilmiş küçük bi alanda biberler, güller, düzensiz düzensiz bişiler bişiler ama belli sevilen, bakılan bi yer.. Yarısı plastik, yarısı ahşap masa sandalyeler.. Bi aile işletiyo sanırım orayı ama belli hepsi çok iyi, tertmiz insanlar.. Derken baktık masanın birinde boş türk kahvesi fincanları var, yaşasıııın, türk kahvesi var burdaaa :) Orda da 3 köpiş güneşleniyo, mest olmuşlar.. Onlar bakıyo onlara belli.. Bi de inanılmaz minnoşlukta bi gri kedi.. Bi british shorthair kedi hemde.. Minyon :) Allahııım, adı da 'hurma'ymış, onların kedisiymiş, ama nası tatlıı :)

Bi tur attık en son gölün etrafında, yine yine gelelim buraya diye diye döndük.. Ama tabi biz göle döndüğümüzde insan kitlesi tamamen değişmişti, dolmuşa doluşup gelen insanlar, son ses müzik açmış şahinler doğanlar, heryeri saran bi mangal kokusu, tüm piknik masaları dolmuş.. Saat 12yi geçmişti, tamaaam, hadi dönebiliriz artık dedik.. Dünyanın en minnoş tatlı pazar sabahlarından biriydi tam istediğim gibi.. Teşekkür ederim ❤️

Bu gibi zamanların sonunda hep hissettiğimiz gibi, aslında mutlu olduğumuz sevdiğimiz hayatın bu olduğunu, hayatın aslında ne güzel olduğunu, nası yenileyici olduğunu, enerjik zevkli olduğunu, sık ve düzenli aralıklarla şehirden uzaklaşmanın ne kadar iyi geldiğini, ihtiyacımız olduğunu düşündük bugün eve döndüğümüzde serhoşkomla.. Tüm günümüz güzel geçti sonra..

❤️❤️❤️


15 Ekim 2014 Çarşamba

geldiiiiiim :)



Geçen hafta evrenimde bi kaçak vardı, bi kara delik, bende içine kaçmış olabilirim hatta.. 

Zaman ve yer kavramım kalmamıştı. Bi şekilde toparlanamamaya ve üzgün olmaya programlanmış gibiydim. Bütün negatifliklerle ve aksiliklerle tam olarak aynı enerjide olduğum için tek tek yaşadım hepsini :P Hala düşündüğümde o burukluğu hissediyorum kalbimde, üzüntü hissettiğim her dakikama hak veriyorum ama hayat da bu işte, böyle. Umurunda da diil pek böyle şeyler. Hayat ve zaman doktorlar gibi aynı. Ellerinde diil, öyle olmak zorundalar başa çıkamazlar yoksa o yüzden hiç duygusal diiller, empati yapmakla uğraşmıyolar ve bi şekilde dedikleri gibi oluyo. Sen yine iyi oluyosun. Bizim fazlasıyla umurumuzda tüm detaylarıyla yaşadıklarımız ama onların pek diil.

Tüm o yaşadıklarımızla oluşmaya devam ediyoruz. Yaşlanmıyoruz yada eskimiyoruz, kendimiz olmaya doğru yaklaşıyoruz. Üzüntülü şeylere direndiğimiz kadar acıklı, hayata teslim olup kendimizi geliştirdiğimiz kadar hafif, olanlarla uğraşıp eleştirdiğimiz kadar aksi, gülümsediğimiz kadar dingin tipler olup çıkıcaz burdan :)

En üzüldüğüm akşam; Louise L. Hay'in Düşüncenin İyileştirici Gücü'nü aldım elime rasgele bi sayfa açtım. (İnandığım kitapların ihtiyacım olduğunda okumam gereken sözlerin yazılı olduğu sayfayı açtığını biliyorum, bunu daha orta okul yaşlarımda öğrenmiştim. ) İçinde olduğum durumla ilgiliydi sayfa, hissettiğim ve yanlış yaptığım şeyler herbir satırda yazıyodu, yazanları dinledim. Serhata da okudum. Zaman aldı tabi ama uyguladım da.

Bloglovin'de dolaştım biraz. Bikaç yazı okudum.. Weheartit'de dolaştım bikaç resim heartladım :) Serhata sarıldım bol bol.. Zor zamanlar için ayırdığım tüm kitaplarımdan birer sayfa kurcaladım. Kalın kalın çoraplarla dolaştım evde :)

Teleskopu kurcaladık bi gece; Fatmanur Teyze de geldi onikiye kadar hiç yıldız görünmeyen o mıymıy gökyüzünde (hiç kızmasın mıymıy diyorum diye o gece öyleydi) iki yeni yıldız keşfettik; Ancha ve Altarius. Onları teleskopa tanımlayıp neptün ve uranüse baktık.. Ay'ı bekledik ama gelmedi bi türlü.. Astronomi.. Yeni bi dünyamız var artık. 

Teapota geri döndüm, orası bi çeşit terapi gibi hayatımda. Tüm zorluklarına, tüm eksiklerine rağmen orası gerçek bi wonderland. Orda çay partileri, durmuş saatler, üstünde 'eat me', 'drink me' yazan sihirli şeyler, rabbit hole'lar.. Minik cüceler, devler.. Herşeyi var oranın. Hayallerinle sınırlı, sihirli bi değnek orası.. 

Bi de ne öğrendim zorla biliyomuyum :) Madem burda kendi kendime yazıyorum, kendi kendime hitap edeyim :) 

Hiçbişeyi aşırı ama aşırı derecede isteme, olunca da aşırı ama aşırı derecede sevinme nihoşko. Abart tamam, bu huyun, ama aşırı derecede yapma. Nazar değdi falan derim bazen ben de ama laf olsun diye alışkanlıktan, inandığımdan diil. Nazar ancak nazarla aynı frekansta atan yüreklere değer, korkmuyorum nazardan. Evrende hiçbişey o kadar rasgele değişebilicek basitlikte diil, rasgele basit bişey nazar. Herşey bu kadar sihirli bi dizilimdeyken, saf ve güzel bişeye nazar değemez. Buna müsade edilceğini sanmıyorum.

Ne olursan ol hayat, biraz dinlenip yine gelivericem yanına hemde yalnız diil, tüm sevdiğim kişilerle tüm sevdiğim şeylerle, içimdeki sesimi de alıp, tüm beğendiklerimle, seçtiklerimle, duydup sevdiklerimle, okuyup öğrendiklerimle gelicem tam da burda durucam.

Bu kadar yüksekte hemde :) eeen güzel yerde :)

8 Ekim 2014 Çarşamba

Mucizeler hep de tatlı tatlı giysiler giymiyo...


Kalp atışı; kalp atışı işte..

Minicik de olsa kocaman da olsa kalp atışı.. İşin içine bi minik, bi yürek girince hemen peşinden hayaller, umutlar, planlar, komiklikler, duygusallıklar, fedakarlıklar giriyo. Hele de çok istenen çok beklenen bi minik kalpse tarif edilemeyebiliyo hissedilen.. Tanımadan özlüyosun, sabredemiyosun.

Hayat da bu sırada mucizelerle dolu ama..

Her seferinde de anlayabildiğimiz mucizeler olmuyo. Sen daha başına gelişinin mucizesinin sihirindeyken bitişindeki mucizeyi kavrayamıyosun işte, algılaman her seferinde mümkün olmuyo. Ama aslında hayat çok sihirli, sadece yaratmakla kalmıyo, daha minicik bi kalpken onu besliyo, büyütüyo, onu gözlemliyo ve sorular soruyo ona;

''Burası sıradan biyer değil. Sihirli ve sınırsız. Herşeye göğüs germeye hazır mısın? İyilikler kadar kötülükler de var. Güzellikler kadar çirkinlikler. Sevinçler de var büyük üzüntüler de.. Güven de var, tehlike de.. Sağlıklı olman lazım, dayanıklı, güçlü.. Sabırlı, sakin.. Zorlandığın günler olucak, dik durman lazım.. Bu minik kalbinde taşıman lazım tüm bunları, hazır mısın?''

Buna cevap vermek her zaman kolay değil. Ama güzel yürekler, temiz kalpler yalan söyleyemez. Tutamıcağı sözler veremez. Böyle zamanlarda sessizce gider bazen.

Mucizeler hep tatlı tatlı giysiler giymiyo işte. İçindeki mucizeyi göremiyebiliyosun üstündeki başındaki tozdan.. 

Ben hiç farkına varmadan hayat tüm sihiriyle, evren tüm gizemli dizilimleriyle sessizce bi anlaşma imzalamış minik kalple, gitmiş, ben hiç hissetmemişim, hiç ruhum bile duymamış.. İçimde garip bi boşluk kalmış sadece tüm koruma içgüdümle.. Birinden herşeyin yolunda olduğunu duyma ihtiyacım ve ben başbaşa kalmışız. Bayramda  ben 'baba ya, hadi hastaneye gidip bi ultrasonla baksak ya' demişim. O da 'tamam' demiş.

Zaman alıyo işte nede olsa insanın başına geleni kavrayabilmesi. Hayat mucizelerle dolu. Hayat kadar insanın vucüdu da sihirli. Biz hiç korkmayalım hiçbişeyden, öyle bi pusula var ki içimizde doğruyu koşulsuzca gösteren. O pusula şaşmıyo hiç bizaman. Kendimize o kadar güvenelim ki her zaman, çünkü aslında yaratılışımız doğruyla yanlışı o kadar güzel ayırıyo ki. Gerçekle gerçek olmayanı, güçlüyle dayanamıyacak olanı.. Bi bu iç pusulamız bi de sevgi bizim yol göstericilerimiz.

Başına gelen her zorlukta sevdiğinle daha bağlanıyosun birbirine. Ben bazen düşünürüm kendi kendime ben serhatı nasıl bu kadar çok seviyorum, acaba önceki hayatımdan kalma bişeymi bu. Bunun bi öncesi olması lazım, bu kadar yılın eseri diil bu eskisi de var sanki gibi gelir hep :)
Bazen de; biz birlikte çok güzel bi hayat yaşıyoruz ama çok da büyük üzüntüleri çok paylaştık. Hep daha sıkı sarıldık birbirimize, güç verdik.. İşte bugünler de de biraz öyle, daha çok seviyorum onu. Daha çok ihtiyaç duyuyorum ve daha çok hissediyorum yanımda olduğunu. Işığım o...

Sinoşkom, zeynoşko, annem, babam da, yalçın, efeler de, kayhan abi de, kızlar, arkadaşlar.. 

Önceki yazımda da şöyle yazmıştım; yine tüm kalbimle katılıyorum ve aynı bitiriyorum yazımı..

Mucizeler olur..
Her dakika, her saniye, her an mucizeler olur..
Olmaz sandığımız herşey oluyo hayatta. Biz de genelde şapşal gibi "bildiğimizi" sanarız ama bilmiyoruz, çok tatlıyız o yüzden hepimiz belkide. 'Olur olur' deriz; olmaz, 'yok ya olmaz' deriz; olur.. Hiç de bozuntuya vermeyiz :)

❤️❤️❤️